24 Ekim 2015 Cumartesi

Küçük insan, kısıtlı imkân, uzun bekleyişler (Kazan İzlenimleri 2)



   Rusya bana acemi kapitalist bir dev gibi görünmüştü. Neyi kastetmeye çalışıyordum bununla? Amerikan kültürünün dünyaya yayılmışlığı hemen göze çarpıyordu. McDonalds’lar görüyordum, insanların havaalanında üç dilim portakal sıkıp yüz rubleden verdiklerine, artık dünyanın her şehrinde tanıdık hale gelen prototip AVM’lere gittiklerine şahit oluyordum.
    Türkiye’de senelerce yabancı kolejleri ve yabancı dilli okulları tu kaka edip de çocuğunu oraya yazdıran tipler vardır mesela. Rusya da yıllarca ABD’nin karşısında bir kutup gibi durduktan sonra, tıpkı II. Dünya Savaşı sonrası Japonya gibi kapitalizmin ülkeye yayılmasından geri duramamış anlaşılan. Buna rağmen –eski demir perde ülkelerinde yaşayan dostlarımın da teyit ettiği üzere- sosyalist uygulamaların davranışlar üzerine sinmiş birçok etkisi bir leit-motiv gibi bu yeni yaşamla (lifestyle) iç içe.
Kazan'da bir otobüs şoförü (temsili)
NOT: Fotoğraf aslında Minsk'ten  Yelena adlı bir şoföre ait
fakat Kazan'ın şoförlerini hakkında bir fikir oluşturur.
   Büyük resim analizini boyumdan büyük laflara girmeden burada bıraksam iyi olacak. Gördüğüm ‘insan’ üzerinden gitmek daha sağlıklı.
   Küçük insanların, yani aristokrat, zengin, kral vs çocuğu olmayan geniş kitleye mensup bireylerin görünümünde ülke değişikliğine rağmen çok az şey farkettiği düşüncesine varır gibi oluyorum. İstanbul ya da İzmir’de bir marketler zincirinde (artık süperlik oranı tartışılır) çalışan insanların yüzleri ve halleri ile Rusya’dakilerin hal dili aynı şeyleri anlatıyor örneğin. Bekçi, kasiyer, memur gibi genelde salt geçim sıkıntısından başlanmış; çok az orijinal ya da sersem insanın hayal etmesinin dahi istisna olacağı meslekleri yapanlar keza…
   Mesela burada Tatar asıllı bir memurla tanıştım. Türkiye Türkçesini biraz üzerine düşerek, biraz da bolca Türk dizisi izleyerek verimli öğrenebilmiş birisi. Hukuk fakültesi mezunu, fakat devletin verdiği düşük faizli ev alabilme hakkından yararlanabilmek için cüz’i maaşına rağmen sekreterlik gibi bir vazifeye tahammül ediyor. Birkaç yılını doldurup hakkını aldığında avukatlığa dönmeyi düşünüyor. Kısa bir dönem yaptığı avukatlıkta baktığı altı davayı da kazandığını anlatıyor, ‘kafam basıyor’ diyecek kadar akıcı Türkçe’siyle.
   Tabii,  “Masraf edip Moskova’ya gitmeye gerek yok. Ben gittim, aynı, binalar vardı.” diyen Türk bir öğrenci gibi, 'her şey aynı' noktasına varmaya da çalışmıyorum. Kısaca bazı farklardan başlayayım.
   Kadının iş hayatındaki yeri bize göre hayli fazla. Otobüs şoförlüğü, kondüktörlük gibi genelde erkeklerle özdeşleşebilecek meslekler de dâhil buna.
Kaban Gölü''nde sıcak mevsimde sular dans ederken
kış geldiğinde orada bir amca oturup balık tutuyor olacak

   Bizdekinin aksine anaerkil bir toplum. Erkek çocuk doğduğunda canlı canlı gömmüyorlar fakat, kız olduğunda hayli seviniyorlarmış. Türkiye’de gelin-kaynana fıkraları yaygınken burada kaynananın damat üzerindeki etkisinden çıkan mizahın ürünleri oldukça baskınmış. Çocukların nereli olduklarını tanımlarken annelerinin memleketini tercih ettiğini de ekleyelim buna.
   Konudan konuya atlamak gibi oluyor ama, bunu anlatmalı. Kazanka yılın belli bir dönemini buzla kaplı olarak geçiriyor. Şehrin balıkçılık tutkunları da buzda bir delik açıp oltalarını suya salıyorlar. Kazan’ın en büyük ve önemli Tatarca tiyatrosu olan Galiaskar Kamal Tiyatrosu’nun hemen yanında balık tutmaya çalışan muhtemelen emekli dayıları izliyordum bir seferinde. Bir babuşka (nine) takribi üç yaşlarındaki torununu gezdiriyordu. Kar taneleri tatlı tatlı atıştırıyor, hava yumuşuyor yenice tutan kar yürüdükçe tatlı bir hışırtı çıkarıyordu. Babuşka, torununu beton sundurmanın kenarına kadar getirdi. Biraz kucaklayıp çıkıntısı üzerinden balıkçıları izlemesine yardım etti. Balık tutan amca da çocuğu görünce az önce tuttuğu ve buzun üzerine bıraktığı irice balığı kuyruğundan tutup çocuğa gösterdi, şirinlikler yaptı.
Galiasar Kamal Tiyatrosu, Kazan'ın
en önemli ve büyük Tatarca tiyatro salou

   Biraz ileride buz kütlesinin köşesinde sıvı tutmayı başardıkları bir kısımda yüzen yeşil başlı gövel ördeklere ekmek kırığı atan bir amca belirdi. Her yaşlı gibi sertleşmiş yüzü, soğuktan kızarmış burnu, kırıntıları atarken titreyen elleri… Sait Faik’in balıklı hikâyelerine uygun bir sahne gibiydi…
   Demek istediğim ninesinin gezdirdiği ufaklığa şirinlik yapan dayılar, kırıntı yiyebilecek her kanatlının imdadına yılların sertleştirdiği teniyle yetişen pîr-i fâniler hiçbir kültüre özgü değil. Kısıtlı imkânlarla kendi küçük ya da büyük hikâyelerini yaşayanlar, insanın ve duygularının ayniyet ya da benzerliğine daha çok ikna ediyor insanı…



31 Aralık 2014, Kazan

18 Ekim 2015 Pazar

Kazan şahsında, acemi kapitalist bir dev (Kazan İzlenimleri- 1)



   Maksim Gorki, Benim Üniversitelerim adlı otobiyografik romanına Kazan’da bir üniversite öğrencisi olacağına sevinen bir başlangıcı uygun görmüştür. Yaşadığı şehirden ayrılıp, büyükannesini belki de son kez görerek üniversite okumak için Kazan’a gelir. Ancak hayat şartları onu okuldan ayıracak, belki de ‘hayat okulu’ geyiğinin literatürdeki dayanağını oluşturacak bir tanımlamayla isimlendireceği romanındaki hatıralarını tarihselleştiren günler başlayacaktır.
  Gorki’den yaklaşık bir asır sonra ben de bu şehre içinde eğitimin yer aldığı planlarla gelmiştim. Kazan, ne kadar Tataristan Özerk bölgesinin başkenti ve Tatar şehri olsa da, Rusya’nın tüm özerk bölgelerinde olduğu gibi bir Rus şehri.
   Ve şehre indiğimde aklıma gelen ilk şey Aldoux Huxley’in Orwell karşısında kazandığı zafer oldu. Bu iki distopya yazarının da çok yerinde tespitleri vardı, Orwell’ın da doğrulanmış birçok öngörüsü örneklendirilebilir. Fakat Soğuk Savaş’ın öteki yüzü koskoca Rusya’ya indiğinizde acemi kapitalist bir ülke buluyorsanız, Huxley haklı çıkmış demektir.

   Kazan, Rusya’nın en cazip üçüncü kenti olarak Moskova ve Petersburg’un ardındaki yerini alıyor. Rusya Mühendisler Birliği’nin 2013 yılında 165 şehirde 13 ayrı endeksi temel alarak yaptığı araştırma, 70’ten fazla göstergeye göre yorumlandı. Kazan böylece “Rusya’nın üçüncü başkenti” unvanını bir kez daha perçinlemiş oldu.
   Bu güzel şehir, kaba bir benzetmeyle Türkiye’de öğrenci şehri olarak adlandırılan Eskişehir gibi denebilir. Bu iki şehrin tiyatrolara verdiği değer ve salonları doldurmaları açısından benzerliği de var. Zaten Kazan, 2014 Türk Dünyası Kültür Başkentliğini Eskişehir’den devralmıştı.
Huxley & Orwell
(bu kadar gülünecek ne vardı?:)

   Türklerin İdil, Rusların Volga dediği nehrin bir kolu üzerine yaklaşık bin yıl önce kurulmuş Kazan. Şehrin yanında uzanan bu güzel akarsuyun adı Kazanka. Gorki bu şehirde geçirdiği dönemde, geceleri suyun sesini dinlemeye gittiğinden de bahseder. Acaba suyu Kazanka’da mı dinliyordu yoksa yanında çalıştığı Ukraynalı denen adamla gittikleri köylerde Volga’nın ana gövdesine mi kulak kesiliyordu? Bunu bilmiyorum ama Kazan’ın İdil üzerine kurulması, Mustafa Kemal’in “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir” komutunda Ege’yi kastetmesine benzer bir imge içerir.
İdil'in kollarından Kazanka'nın (bir diğer adıyla Kazansu)
hemen yanına kurulmuş Kazan Kremlin'i.
Fotoğraf: Ahmet Balcı, Mayıs 2015

   Adını Bolşevik devrimci Nikolay Bauman’dan alan Bauman Caddesi, İstanbul’dan gelenler için aşina bir yüz, herkes için güzel bir nefes alma imkânı. Bir nevi Kazan’ın İstiklal’i. Bir ucu Kul Şerif Camii ve Kazan Kalesi ile Tataristan Cumhuriyeti Başkan’ının konutunu da barındıran Kremil’e çıkan Bauman’ın diğer ucu şehrin kalbine gidiyor. İki yanınızda zevkli mimarileriyle binaları seyran edebileceğiniz estetik bir cadde.
   Zaten Kazan’da bina estetiği şehir merkezine hapsedilmiş, başka semtlere sıçramasına önlem alınmış gibi. İnsanlar genellikle rüzgârı kesmek için dikdörtgen şeklinde konumlanmış enlemesine uzun dört binanın çevirdiği, ortasında çocuk parkı, market, anaokulu gibi küçük binaların yer aldığı tekdüze sitelerde yaşıyor.
   Peki milyonlarca yürek tek bir soru, Rus kızları güzel mi? Rusya’ya gittiyseniz, tüm eş dost akrabanın ortak sorusu bu oluyor. Herkes kendi üslubuna göre efsanenin gerçek olup olmadığını öğrenmeye çalışıyor. Cevap vermeden önce Kadir İnanır’ın kendini atom fiziğine adamış bir akademisyeni oynadığı filminde geçen meşhur cümleyi anmak istiyorum. Bir zenginin hoppa kızı ve arkadaşları tarafından hor görülmesine içerleyip bilim adamlığını bırakmaya karar veren Ali’ye yardımcısı şöyle der: “Seni hep ilim, irfan, hesap, kitap… bu işlerle tanıdık. Sen âlim adamsın, başka ne iş bilirsin ki?”.
    Ben de bu sorulara böyle cevap veriyorum. İşte ilim, irfan, hesap, kitap…
    Latife bir yana, Kazan yaşanılası bir şehir.


    Ahmet Balcı, Aralık 2014, Kazan

6 Ekim 2015 Salı

Kazan'da şölenden şair kaçırmaca

Türkiye'den gelen şair ve yazarlardan bazıları, ünlü Tatar
klasik şairi Kul Gali'nin tarihi Bulgar beldesindeki heykeli önünde
Türkçe'nin 11. Uluslararası Şiir Şöleni bu yıl Rusya'da Tataristan'ın Kazan şehrine yapıldı. Yani benim yaşadığım şehirde. İlgili haberler çeşitli mecralarda çıktı, Anadolu Ajansı İstanbul'dan gelen bir muhabirle tüm programı takip etti zaten. Ben kendi gözlemlerimi, edimlerimi paylaşacağım.
   Yurtdışında insan ülkesine dair olan her şeye ayrı bir ilgi duyuyor zaten, ama şiire olan ilgim düşünüldüğünde benim için ayrı bir nasiplilik sözkonusu. Şölenin ilk onundan biri değil de, benim Kazan'da olduğum dönemde on birincinin bu şehirde yapılması güzel oldu. Bazı tanışlıklarım gelişti, bazı yeni dostlarım oldu.
   Türkiye Yazarlar Birliği, 2009 yılında ilk 'İstanbul Edebiyat Festivali'ni düzenlediğinde ben yeni bir üniversite öğrencisiydim. Festivalin açılış gününde İstanbul Şube başkanı A. Ali Ural, gelenleri ayakta karşılıyor tek tek ellerini sıkıyordu. İlk tanışmamız o gün fakat, aradan yıllar geçtikten sonra yine bir Aralık ayında bu kez üniversite son sınıfta iken yine festivaldeki oturumları dinlemeye gittiğimde asıl tanışma bir tevafukla gerçekleşti.
A.Ali Ural, Kazan'da şiirini
okurken. Şölende Abdullah Tukay
büyük ödülüne layık görüldü.
Fotoğraf: Mehmed Arif

   Yanımdaki boş sandalyeye nefes nefese, uzun beyaz saçlarını bağlamış bir adam oturdu. Ali Ural'dan başkası değildi. Muhtemelen Bâbıâlî'nin yokuşlarında yorulmuştu. Elinde poşetler ve çantası da vardı. Biraz nefeslendiğini görünce, Otomobile Binerken Besmele Çeken Kadınlar şiirini beğendiğimi söyledim, hayatın ta içinden bulduğum bu manzarayı şiire soktuğu için teşekkür ettim. Şiirini okumuş birinin yanına oturmaktan duyduğu memnuniyeti gizlememiş, o gün bana yeni çıkan Gizli Buzlanma adlı kitabını da hediye etmişti. Ve Karabatak'ın yeni sayısını bir de. Çantamın küçük olduğunu farkedince üzerinde Karabatak yazan bir poşet de hediye etmişti bana çantasından. Poşeti atmaya kıyamadım. Kazan'a gelmeden önce kitaplarımı memlekete göndermem gerektiğinde çok sevdiğim Kubbealtı Sözlüğü'mü o poşetin içine koydum zarar görmesin diye. Poşet, anısı olan birkaç poşetle birlikte hala köydeki kitaplığımın altındaki dolapta. Annem başka bir şey için kullanmadıysa tabi. Lisede biriktirdiğim Penguen dergilerini bir gün eve geldiğimde katmerlerin altında bulmuştum. Katmerin yarısı boğazımda kalmış, çay genzime kaçmıştı. Gerçi annem o günden beri daha saygılı, kitap dergi ve gazetelerden biriktirdiğimi belirttiklerime dokunmuyor.
   Daha sonra birkaç kez daha karşılaştık Ural ile. Birinde yüksek lisans derslerinden geliyordu, metrobüs durağında karşılaşmıştık. İçimden, 'metrobüse binerken besmele çeken şair geliyor' demiştim. Üçüncü karşılaşmamız ise Kazan'da Kerim Tinçurin sahnesindeki Türkçe'nin 11. Uluslararası Şiir Şöleni'nin açılış programında gerçekleşti. Beni tanıdı, gördüğüne sevindi. Oturum öncesi şiir okurken kendisini çekmem için bana tabletini verdi, sanırım okuyacağı şiiri seçmesinde etkim de oldu. O gün Gizli Buzlanma'dan Naatın Kıyısında şiirini okudu. Çünkü peygamber sevgisi ve naat kültürü Tatarlara da yabancı bir kavram değil. Bu arada Ali Ural'ın üniversiteyi Suudi Arabistan'ın Riyad şehrinde okuduğunu da öğrenmiş oldum. Tukay heykelinin önünde "Kader beni çölün ortasına atmıştı, seni karların arasına koymuş." diye nükte de yaptı. Kazan'ın ilham verici tam bir sanat şehri olduğu görüşünü belirtti. Kazan için yapılan "Tam bir Avrupa şehri" benzetmelerine katıldığını öğrendim, Ural bilhassa Frankfurt'a benzetti.
   Aynı gün Kazan Başkonsolosu sayın Turhan Dilmaç ile de karşılaştık. Hafızası etkileyici. Geçen yıl konuştuğumuz bir konu hakkında yeni bir gelişmeden bahsetti beni görür görmez.
Prof. Dr. Yavuz Akpınar

   O gün, İzmir'deyken tanışmanın nasip olmadığı Prof. Dr. Yavuz Akpınar hoca ile de tanışma fırsatı buldum. Kendisine tez konuları danışmak, Türki diller ile edebiyatları hakkında bilgi ve tavsiyelerinden yararlanmak istiyordum. Daha sonra birkaç kez hoca ile muhabbet etmek fırsatı buldum. Ne yazık ki yeterli olmadı, bir daha nasip olur inşallah...
   Yavuz Hoca önemli Tatar modern yazarlarını Türkçe'ye kazandıran çevirmen Fatih Kutlu'yu sordu, onunla tanışmak istiyordu. Yavuz hocanın uzmanlık alanı olan Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı için öğrencilere okutulabilecek yeni metinler sağlamıştı Kutlu'nun çevirileri. Sonra tanıştılar, ben Ali beyleri gezdirirken Fatih Kutlu da Yavuz hocaya şehri gezdirmiş, Kazan'da kitap alabileceği yerleri göstermiş.
   İkinci gün, öğleden sonra Tataristan Yazarlar Birliği'nde etkinlik devam ediyordu. Şiir atölyelerinde çeşitli bildiriler kaleme alındı ve okundu. Daha sonra A. Ali Ural, Zeynep Arkan, Fatma Şengil Süzer ve Atakan Yavuz ile birlikte küçük bir Kazan gezisine çıktık.
   Bauman Caddesine gitmek için, elli dört numaralı otobüse bindik. Kazan'da biletleri toplayan kondüktörlerin otobüsün içinde dolaşmasından çok önce kondüktör hanımın bana dik dik bakması dikkatlerini çekti misafir şairlerimizin. Benim de iki aylık aradan sonra yeni geldim sayılabilecek şehirde sık kullandığım bir hat olduğundan kondüktör ablamızın gözü beni ısırmış olmalıydı.
Atakan Yavuz, Zeynep Arkan, Fatma Şengil Süzer, A.Ali Ural
ve Yahya Kemal'in şehri Üsküp'ten gelen Mehmed Arif 

   Bauman'da dolaşıldı, fotoğraflar çekildi. Kaltso AVM tarafından girilip Kazan Kremlini'nden çıkıldı. Orada da bol bol fotoğraflar çekildi. Misafirlerimiz hediyelerini aldılar. Ali Ural, "geç bir de sen çekeyim" dedi bana. Genelde insanlar özellikle bir yeri gezerken 'bizi çek, beni çek, bi de beni tek çek' modunda olurlar. Hem insani olarak olgun hem de edebiyat okumalarına sahip birkaç kişiyle beraber bulunmanın hazzı her zaman ayrıdır.
   Bauman Caddesinde yorgunluğumuzu bir kafede kahve içerek attık. Zeynep hanım ile espri anlayışlarımızın çok yakın olduğunu farkettik. E olsun o kadar kuzenlik! Fatma Şengil Süzer annem gibi hayır dualar etti durdu bana, sağolsun. Ali Ural da nükteleri, hoş sohbetiyle ortamın usare oranında bal lehine ağırlık yaptırdı. Atakan bey, hep çocuklarının babası olarak aklımda kalacak sanırım. Bauman'a girer girmez çocuklarına alacaklarını düşünmesi, internet bulduğu ilk yerde çocuklarıyla iletişime geçmesiyle hatırlayacağım onu daha çok. Bana yakın davranışı, herkese karşı iyi niyetli samimi oluşu ve kibar ses tonu ile de tabi.
   Ali Ural, eğer yanımda varsa bir şiir okumamı istedi. Daha önce kendi yazdığım bir şiiri toplum önünde hiç okumamıştım. Fakat ortamın samimiyetine binaen, rica eden kişinin de hatrına (telefondan maillere bakabilme nimetinin de kıyağıyla şüphesiz) bir şiirimi okudum. Mustafa Kutlu'nun Dergâh'ında şiirlerimin yayınlandığını (sadece iki şiirim yayınlandı halbuki) Fatma hanımın hatırlamasına sevindim.
   Aynı kafeye, akşamki oturumdan sonra bir başka grupla daha geldik. Bu sefer TYB Konya şubesinden başkan M. Ali Köseoğlu, Ömer Korkmaz ve Tokat'ta öğretmenlik yapan şair Mustafa Uçurum ile Üsküp'ten Mehmed Arif vardı yanımda. Kafedeki garson hanımın artık beni görünce yüzü gülmeye başladı. Birkaç günde birkaç defa birkaç kişiden fazla bir grupla tükkâna gelince tabi...
 
   En genç şair Yahya Kemal'in memleketinden

Mehmed Arif ile Yahya Kemal'in doğum yeri Üsküp'te
çıkardıkları Köprü dergili selfie
   Etkinliğin en genç şairi Üsküp'ten gelen Mehmed Arif'ti. Yirmi üç yaşındaki şair Üsküp'te çıkan Köprü dergisinin editörlüğünü yapıyor. İktisat üzerine eğitim alan Arif, Türkiye'de yüksek lisans yapmayı düşünüyor. Yalova'da akrabaları bulunduğu için defalarca Türkiye'ye de gelmiş. Frekanslarımız uyuştu. Belki yaşlarımızın yakınlığından. Üsküp'ten bir dostum oldu. Bu arada Mehmed'in soyadı Arif. Babası da "akşam, erken iner mahpushaneye" dizesinin şairi Ahmed Arif ile adaş. Çok sevindiğim bir başka şey ise Üsküp'te Yunus Emre Kültür Merkezi'nde müdür olarak bulunan İstanbul Üniversitesi'nden hocam Doç. Dr. Mehmet Samsakçı'ya selam söyleyebilmek oldu.

   Sakınılan göze batanlar, nazar çıkaranlar

   Kazan'a geldiğim gün benim telefonumun ekranı kırılmıştı, şölen boyunca emanet bir telefon kullandım. Kul Şerif Camii'ni ve Kremil'i gezerken TYB başkanı Prof. Dr. Hicabi Kırlangıç'ın telefonunun ekranı kırılmış. Programın son günündeki Bulgar gezisinde ise Yavuz Akpınar hocanın telefonu kayboldu. Belki de kim vurduya gitti.

   Son akşamın bereketi

   Şölen bitmişti. Korston Otel'in lobisinde bir daha ne zaman görüşeceği meçhul dostlarla son sohbetlerini ediyordu herkes. Hicabi Kırlangıç hoca ile, TYB İzmir şube başkanı Mahir Adıbeş ile ve daha birçok atılımcı ile son gün birebir tanışıp iletişimleri aldım ben de. Hatta Yavuz Akpınar hoca ile şöyle bir konuşabilmek de son güne nasip oldu. Sıradışı bir öğretmen olan Mustafa Muharrem ile de son gün muhabbet ettik.