6 Ekim 2015 Salı

Kazan'da şölenden şair kaçırmaca

Türkiye'den gelen şair ve yazarlardan bazıları, ünlü Tatar
klasik şairi Kul Gali'nin tarihi Bulgar beldesindeki heykeli önünde
Türkçe'nin 11. Uluslararası Şiir Şöleni bu yıl Rusya'da Tataristan'ın Kazan şehrine yapıldı. Yani benim yaşadığım şehirde. İlgili haberler çeşitli mecralarda çıktı, Anadolu Ajansı İstanbul'dan gelen bir muhabirle tüm programı takip etti zaten. Ben kendi gözlemlerimi, edimlerimi paylaşacağım.
   Yurtdışında insan ülkesine dair olan her şeye ayrı bir ilgi duyuyor zaten, ama şiire olan ilgim düşünüldüğünde benim için ayrı bir nasiplilik sözkonusu. Şölenin ilk onundan biri değil de, benim Kazan'da olduğum dönemde on birincinin bu şehirde yapılması güzel oldu. Bazı tanışlıklarım gelişti, bazı yeni dostlarım oldu.
   Türkiye Yazarlar Birliği, 2009 yılında ilk 'İstanbul Edebiyat Festivali'ni düzenlediğinde ben yeni bir üniversite öğrencisiydim. Festivalin açılış gününde İstanbul Şube başkanı A. Ali Ural, gelenleri ayakta karşılıyor tek tek ellerini sıkıyordu. İlk tanışmamız o gün fakat, aradan yıllar geçtikten sonra yine bir Aralık ayında bu kez üniversite son sınıfta iken yine festivaldeki oturumları dinlemeye gittiğimde asıl tanışma bir tevafukla gerçekleşti.
A.Ali Ural, Kazan'da şiirini
okurken. Şölende Abdullah Tukay
büyük ödülüne layık görüldü.
Fotoğraf: Mehmed Arif

   Yanımdaki boş sandalyeye nefes nefese, uzun beyaz saçlarını bağlamış bir adam oturdu. Ali Ural'dan başkası değildi. Muhtemelen Bâbıâlî'nin yokuşlarında yorulmuştu. Elinde poşetler ve çantası da vardı. Biraz nefeslendiğini görünce, Otomobile Binerken Besmele Çeken Kadınlar şiirini beğendiğimi söyledim, hayatın ta içinden bulduğum bu manzarayı şiire soktuğu için teşekkür ettim. Şiirini okumuş birinin yanına oturmaktan duyduğu memnuniyeti gizlememiş, o gün bana yeni çıkan Gizli Buzlanma adlı kitabını da hediye etmişti. Ve Karabatak'ın yeni sayısını bir de. Çantamın küçük olduğunu farkedince üzerinde Karabatak yazan bir poşet de hediye etmişti bana çantasından. Poşeti atmaya kıyamadım. Kazan'a gelmeden önce kitaplarımı memlekete göndermem gerektiğinde çok sevdiğim Kubbealtı Sözlüğü'mü o poşetin içine koydum zarar görmesin diye. Poşet, anısı olan birkaç poşetle birlikte hala köydeki kitaplığımın altındaki dolapta. Annem başka bir şey için kullanmadıysa tabi. Lisede biriktirdiğim Penguen dergilerini bir gün eve geldiğimde katmerlerin altında bulmuştum. Katmerin yarısı boğazımda kalmış, çay genzime kaçmıştı. Gerçi annem o günden beri daha saygılı, kitap dergi ve gazetelerden biriktirdiğimi belirttiklerime dokunmuyor.
   Daha sonra birkaç kez daha karşılaştık Ural ile. Birinde yüksek lisans derslerinden geliyordu, metrobüs durağında karşılaşmıştık. İçimden, 'metrobüse binerken besmele çeken şair geliyor' demiştim. Üçüncü karşılaşmamız ise Kazan'da Kerim Tinçurin sahnesindeki Türkçe'nin 11. Uluslararası Şiir Şöleni'nin açılış programında gerçekleşti. Beni tanıdı, gördüğüne sevindi. Oturum öncesi şiir okurken kendisini çekmem için bana tabletini verdi, sanırım okuyacağı şiiri seçmesinde etkim de oldu. O gün Gizli Buzlanma'dan Naatın Kıyısında şiirini okudu. Çünkü peygamber sevgisi ve naat kültürü Tatarlara da yabancı bir kavram değil. Bu arada Ali Ural'ın üniversiteyi Suudi Arabistan'ın Riyad şehrinde okuduğunu da öğrenmiş oldum. Tukay heykelinin önünde "Kader beni çölün ortasına atmıştı, seni karların arasına koymuş." diye nükte de yaptı. Kazan'ın ilham verici tam bir sanat şehri olduğu görüşünü belirtti. Kazan için yapılan "Tam bir Avrupa şehri" benzetmelerine katıldığını öğrendim, Ural bilhassa Frankfurt'a benzetti.
   Aynı gün Kazan Başkonsolosu sayın Turhan Dilmaç ile de karşılaştık. Hafızası etkileyici. Geçen yıl konuştuğumuz bir konu hakkında yeni bir gelişmeden bahsetti beni görür görmez.
Prof. Dr. Yavuz Akpınar

   O gün, İzmir'deyken tanışmanın nasip olmadığı Prof. Dr. Yavuz Akpınar hoca ile de tanışma fırsatı buldum. Kendisine tez konuları danışmak, Türki diller ile edebiyatları hakkında bilgi ve tavsiyelerinden yararlanmak istiyordum. Daha sonra birkaç kez hoca ile muhabbet etmek fırsatı buldum. Ne yazık ki yeterli olmadı, bir daha nasip olur inşallah...
   Yavuz Hoca önemli Tatar modern yazarlarını Türkçe'ye kazandıran çevirmen Fatih Kutlu'yu sordu, onunla tanışmak istiyordu. Yavuz hocanın uzmanlık alanı olan Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı için öğrencilere okutulabilecek yeni metinler sağlamıştı Kutlu'nun çevirileri. Sonra tanıştılar, ben Ali beyleri gezdirirken Fatih Kutlu da Yavuz hocaya şehri gezdirmiş, Kazan'da kitap alabileceği yerleri göstermiş.
   İkinci gün, öğleden sonra Tataristan Yazarlar Birliği'nde etkinlik devam ediyordu. Şiir atölyelerinde çeşitli bildiriler kaleme alındı ve okundu. Daha sonra A. Ali Ural, Zeynep Arkan, Fatma Şengil Süzer ve Atakan Yavuz ile birlikte küçük bir Kazan gezisine çıktık.
   Bauman Caddesine gitmek için, elli dört numaralı otobüse bindik. Kazan'da biletleri toplayan kondüktörlerin otobüsün içinde dolaşmasından çok önce kondüktör hanımın bana dik dik bakması dikkatlerini çekti misafir şairlerimizin. Benim de iki aylık aradan sonra yeni geldim sayılabilecek şehirde sık kullandığım bir hat olduğundan kondüktör ablamızın gözü beni ısırmış olmalıydı.
Atakan Yavuz, Zeynep Arkan, Fatma Şengil Süzer, A.Ali Ural
ve Yahya Kemal'in şehri Üsküp'ten gelen Mehmed Arif 

   Bauman'da dolaşıldı, fotoğraflar çekildi. Kaltso AVM tarafından girilip Kazan Kremlini'nden çıkıldı. Orada da bol bol fotoğraflar çekildi. Misafirlerimiz hediyelerini aldılar. Ali Ural, "geç bir de sen çekeyim" dedi bana. Genelde insanlar özellikle bir yeri gezerken 'bizi çek, beni çek, bi de beni tek çek' modunda olurlar. Hem insani olarak olgun hem de edebiyat okumalarına sahip birkaç kişiyle beraber bulunmanın hazzı her zaman ayrıdır.
   Bauman Caddesinde yorgunluğumuzu bir kafede kahve içerek attık. Zeynep hanım ile espri anlayışlarımızın çok yakın olduğunu farkettik. E olsun o kadar kuzenlik! Fatma Şengil Süzer annem gibi hayır dualar etti durdu bana, sağolsun. Ali Ural da nükteleri, hoş sohbetiyle ortamın usare oranında bal lehine ağırlık yaptırdı. Atakan bey, hep çocuklarının babası olarak aklımda kalacak sanırım. Bauman'a girer girmez çocuklarına alacaklarını düşünmesi, internet bulduğu ilk yerde çocuklarıyla iletişime geçmesiyle hatırlayacağım onu daha çok. Bana yakın davranışı, herkese karşı iyi niyetli samimi oluşu ve kibar ses tonu ile de tabi.
   Ali Ural, eğer yanımda varsa bir şiir okumamı istedi. Daha önce kendi yazdığım bir şiiri toplum önünde hiç okumamıştım. Fakat ortamın samimiyetine binaen, rica eden kişinin de hatrına (telefondan maillere bakabilme nimetinin de kıyağıyla şüphesiz) bir şiirimi okudum. Mustafa Kutlu'nun Dergâh'ında şiirlerimin yayınlandığını (sadece iki şiirim yayınlandı halbuki) Fatma hanımın hatırlamasına sevindim.
   Aynı kafeye, akşamki oturumdan sonra bir başka grupla daha geldik. Bu sefer TYB Konya şubesinden başkan M. Ali Köseoğlu, Ömer Korkmaz ve Tokat'ta öğretmenlik yapan şair Mustafa Uçurum ile Üsküp'ten Mehmed Arif vardı yanımda. Kafedeki garson hanımın artık beni görünce yüzü gülmeye başladı. Birkaç günde birkaç defa birkaç kişiden fazla bir grupla tükkâna gelince tabi...
 
   En genç şair Yahya Kemal'in memleketinden

Mehmed Arif ile Yahya Kemal'in doğum yeri Üsküp'te
çıkardıkları Köprü dergili selfie
   Etkinliğin en genç şairi Üsküp'ten gelen Mehmed Arif'ti. Yirmi üç yaşındaki şair Üsküp'te çıkan Köprü dergisinin editörlüğünü yapıyor. İktisat üzerine eğitim alan Arif, Türkiye'de yüksek lisans yapmayı düşünüyor. Yalova'da akrabaları bulunduğu için defalarca Türkiye'ye de gelmiş. Frekanslarımız uyuştu. Belki yaşlarımızın yakınlığından. Üsküp'ten bir dostum oldu. Bu arada Mehmed'in soyadı Arif. Babası da "akşam, erken iner mahpushaneye" dizesinin şairi Ahmed Arif ile adaş. Çok sevindiğim bir başka şey ise Üsküp'te Yunus Emre Kültür Merkezi'nde müdür olarak bulunan İstanbul Üniversitesi'nden hocam Doç. Dr. Mehmet Samsakçı'ya selam söyleyebilmek oldu.

   Sakınılan göze batanlar, nazar çıkaranlar

   Kazan'a geldiğim gün benim telefonumun ekranı kırılmıştı, şölen boyunca emanet bir telefon kullandım. Kul Şerif Camii'ni ve Kremil'i gezerken TYB başkanı Prof. Dr. Hicabi Kırlangıç'ın telefonunun ekranı kırılmış. Programın son günündeki Bulgar gezisinde ise Yavuz Akpınar hocanın telefonu kayboldu. Belki de kim vurduya gitti.

   Son akşamın bereketi

   Şölen bitmişti. Korston Otel'in lobisinde bir daha ne zaman görüşeceği meçhul dostlarla son sohbetlerini ediyordu herkes. Hicabi Kırlangıç hoca ile, TYB İzmir şube başkanı Mahir Adıbeş ile ve daha birçok atılımcı ile son gün birebir tanışıp iletişimleri aldım ben de. Hatta Yavuz Akpınar hoca ile şöyle bir konuşabilmek de son güne nasip oldu. Sıradışı bir öğretmen olan Mustafa Muharrem ile de son gün muhabbet ettik.

 

5 yorum:

  1. Yazıyı tek solukta okudum. Çok imrenilesi bi anı olmuş ayrıca. Denemelerin devamını heyecanla bekliyoruz :)

    YanıtlaSil
  2. Teşekkürler... Süpesin...

    YanıtlaSil
  3. Süper... Gece vakti tek solukta okudum... Özlemişim.. Gezdir bizi yazılarınla Kazan'ın sokaklarında ; yorulmuyorum. Kafelere gir çık:) Kahvenden bir yudum da ben alayım:)

    YanıtlaSil
  4. Sağolun :) Kazan'da beraber kahve içmek de nasip olur inşallah :)

    YanıtlaSil