22 Eylül 2015 Salı

Perle Taşı ve Vefa Lisesinin en tembel öğrencisi

Yazar Metin Savaş, Zağanos Paşa'da
Fotoğraf: Melih Gasgar, Balıkesir
Romancı Metin Savaş, Türk insanının sosyolojisini en iyi anlatan romancılardan biri. Buna dair gözlemlerini yıllarca Zağanos Paşa Camii'nin karşısında işlettiği bakkal dükkanında edindiği bilenlerince biliniyor. Hakkında medyada çıkan haberler de bu yönünü oldukça işledi. Kendisi de bakkallık tecrübesinin sosyal gözlem haznesine yaptığı katkıyı inkar etmiyor. Fakat karakterini, yaşamının gidişatını ve romanlarını etkileyen bambaşka detaylar da var. Bunlardan biri, avizelerde kullanılan perle taşı. Ve bu taş Savaş'ın 'lise terk' oluşunu, İstanbul'daki yaşamını ve Balıkesir'e dönüp bakkal işletmesine kadar her şeyi etkiliyor.

Venedik Tecrübesi

İstanbul'da basın yayın işlerinden geçim sağladığım (basın yayın işlerinde geçim sağlamak bazen bir ironiden ibarettir!) dönemde Metin Savaş bir vesile ile İstanbul'a gelmişti. TYB İstanbul Şubesi'nin kullandığı Kızlarağası hanının yanında oturmuş ve çay içmiştik. Dikkatimi çeken bir şeyden bahsetmiştim; ne kadar iyi romancı, edebiyatçı vs varsa çoğunun hikayesi bir yerlerde yurtdışı tecrübesine uğruyordu. Savaş'a "Siz farklısınız, yurtdışı tecrübesi gibi yabancılaşmayı kolaylaştıran katalizörler olmadan da oluyormuş hissi veriyorsunuz" dediğimde, liseye başlamadan evvel yaklaşık üç ay Venedik'te yaşadığını, yine buraya gidiş yolunda Salzburg (Avusturya) ve Budapeşte gibi önemli şehirleri görme fırsatı bulduğunu bilmiyordum. Venedik tecrübesini Sultanahmet'teki çay sohbetinde öğrenmiş, hatta Zemheri Kuyusu'ndaki İtalya sahnelerinin çoğunun dekorunun bu üç ayda oluştuğunu anlamıştım. Oradaki pansiyon sahibi kadına ilham veren de Savaş'ın yaklaşık üç ay yanında yaşadığı pansiyon sahibi madamdan başkası değildi.
Savaş'ın İtalya'ya dair gözlemlerinin
de yer bulduğu romanı,
2005'te TYB yılın romanı ödülünü almıştı

   Tüm bunları anlamlandırmak için Metin Savaş'ın hikayesine babası Mustafa Savaş'ın tüccar kimliğine ve perle taşı ticaretine göz atmamız gerekiyor.

Türkan Şoray'ın mikrofonu

   Mustafa Savaş, 1950 ve 60'lı yıllarda Balıkesir'de çok tanınan bir isimdir. Çünkü Balıkesir'in ilk radyo tamircisi odur. Nazi Almanya'sından kaçan bir Yahudi'nin yolu Balıkesir'e düşmüştür ve Mustafa beyin ilk gençlik yılları bu kişiden radyo tamirciliği ve elektrikçilik mesleğini öğrenmekle geçer. Yahudi usta, birkaç yıl sonra Balıkesir'den ayrılır. Çırak Mustafa ise artık Balıkesir'de benzer işlerin ilk akla gelen ustası olmuştur. Balıkesir'in halihazırda kullanıma devam eden valilik binası ile Atatürk Stadı da dahil birçok önemli yerin ve ilçelerin elektrik ve hoparlör sistemlerini Mustafa Savaş döşer. Yetmişli yıllarda Türkan Şoray Balıkesir'e gelir, programında küçük bir konser de vardır ancak mikrofon arızasıyla karşı karşıya kalınır. Mikrofon arızası giderilene kadar 'Sultan' da dükkanda beklemeyi tercih eder ve Mustafa Savaş'ın bir kahvesini içer.

   Baba Mustafa Savaş, Balıkesir'de yaşadığı dönemde Zağanos Paşa Camii'nin mütevelli heyeti başkanlığını da yürütmüştür. Dükkanı da oğlu Metin'in yıllarca okumalarını yaptığı bakkalın hemen yanındaki dükkandır. Bu yıllarda Mustafa bey, Metin Savaş'ın deyimiyle tipik bir kapitalist olmak için İstanbul'a gider. Halbuki Balıkesir'in esnafı ve eşrâfı arasında iyi bir yer edinmiştir, öyle ki Vehbi Koç o yıllarda tüpçülük işinin Balıkesir ayağını yürütmesi için Mustafa Savaş'a teklif götürmüştür. Fakat onun aklında büyük şehir vardır.
Türkan Şoray

   Yeğeni yıllarca Paşabahçe'de çalışmıştır Mustafa beyin, artık işi öğrenmiştir. Eyüp'te bir imalathane satın alıp cam ve basit avize taşları üretmeye başlarlar. Bu manada Metin Savaş'ın öğrendiği ilk meslek avizeciliktir. Balıkesir çarşısında birlikte yürürken avize dükkanı gördüğünde çocukluk yıllarında bu işten nasıl zevk aldığından bahsetmişti Metin bey.

Sâmiha Ayverdi'nin komşusu

   Fatih'te Çarşamba semtine yerleşirler. Savaş, buradan yürüme mesafesindeki Beyazıt Sahaflar çarşısına dadanır. Çarşının çarşı olduğu yıllardır, küçük Metin Mustafa beyin cebinden üç beş yürüterek kendi kitaplığını kurmaktadır. İlk hikayelerini daktiloda küçük yeğenleri için yazdığı bu yıllarda komşularından biri yazar Sâmiha Ayverdi'dir. Metin Savaş bu konuda, "Çocukluğum Çarşamba pazarında geçmese yazar mazar olamazdım" diyor. Yazarlığı Balıkesir'de başlasa da temelinin İstanbul'da atıldığını düşünüyor.
Metin Savaş'ın çocukluğunu geçirdiği
 Çarşamba semtindeki komşularından biri
yazar Sâmiha Ayverdi idi...

   Yine bu yıllarda birçok önemli komşuları vardır. Türkiye Gazetesinin kurucusu Enver Ören büyük ablasına, sinemacı ve siyasetçi Berhan Şimşek de küçük ablasına talip olup görücü göndermişlerdir. Enver Ören'in görücü ekibi gelin kızın kahveleri kot pantolonla dağıtmasını uygun bulmadıkları için vazgeçmiştir. Berhan Şimşek ise o dönemde bir kahvehane işlettiği için baba Mustafa Savaş'tan onay alamamıştır.


"Mafya babası değil ki, piyon"

   Cam işi kârlıdır, belli bir maddi refah getirir. Mustafa beyin ortağı olan yeğeni zenginliğin ahlaki boyutunu kaldıramaz, bu da kadınlara ve eğlenceye düşkünlük olarak ortaya çıkar. Mustafa bey bu dönemde cam atölyesinden ceketini alıp çıkar ve tüm ortaklık biter. Haklarının peşine dahi düşmeyecek kadar iletişimi keser. Bu dönem bir maddi sıkıntıyı da beraberinde getirir. İşte bu dönem Mustafa bey geçimini sağlamak için dünyada çok az üretilen fakat deli gibi müşterisi olan perle taşı ticaretinde çalışmaya başlar. Yalnız bir durum vardır, o da perle taşının üretimi ve satışı yasal değildir. Gemilerle rüşvet vererek getirilebilmektedir. Mustafa bey sık sık İtalya'ya gidip gelmeye bu vesileyle başlar.

   Perle, Latince inci anlamına gelir. Kur'an-ı Kerim'de lü'lüü olarak geçen taştır. Avizeler için üretimini yapan firma sayısı o dönem için dünyada sadece iki adettir. Birisi Avusturya'nın Salzburg şehrindeki Zavarovski firmasıdır. Diğeri ise o dönem Çekoslovakya'da üretim yapmaktadır, fakat en ünlüsü Zavarovski'dir. Metin Savaş, bu fabrikayı babasıyla bir kez ziyaret etmiş. Mustafa bey, kaçak yollardan Türkiye'ye getirdiği taşları buradan almaktadır. Üretim formülü gizli tutulmakta ve üretim aşamasındaki işçiler işin tamamını öğrenemeyecek biçimde birbirlerini görmeden çalıştırılmaktadır.
Metin Savaş ve ailesinin hayatını derinden etkileyen Perle Taşı

   Mustafa bey, taşları Avusturya'daki bu fabrikadan alıp İtalya üzerinden getir-götür işlerini yapmaktadır. Bir yönüyle mafyaya dokunan bir iştir ve Metin Savaş'a göre babası kullanılmıştır. Mustafa beyin bu işe girmesinin iki sebebi vardır aslında. Birincisi, iflas ettiği bir dönemde karşısına çıkması yani parasızlık. Diğeri ise işi öğrenmek ve Türkiye'yi perle taşı üretilen üçüncü ülke yapmak.
 
Dünyanın sayılı üreticilerinden olmak isterken... 

   Mustafa Savaş, kaçakçılıktan kazandığı para ile Balıkesir'in İvrindi ilçesinde bir fabrika binası inşa ettirmiştir. Venedik'te yaşayan Ancelo adlı bir cam ustası ile anlaşılmıştır. Ancelo, yıllarca İstanbul'da Paşabahçe için de çalışmıştır. Bu sebeple iyi Türkçe bilmektedir. Metin Savaş'ın da Venedikte en sıkı dostu olmuştur bu yüzden. Ancelo, Venedik'te bakkal işletmektedir çünkü perle hakkında bildikleri yüzünden tehlikeli bulunarak cam fabrikalarında iş bulamamıştır. Romancı Metin'in hikayesi bakkal kavramıyla bir kez de burada kesişmiştir.
   Mustafa bey,  bu dönemde İtalya'dan cam üretim makinaları satın alıp İvrindi'ye ulaştırmaya çalışır. Fakat Edirne'de gümrükten sokamaz. Ankara'ya, bakanlıklara kadar gider, Türkiye'yi önemli bir üretici yapma düşüncesinden bahseder heyecanla. Dönemin önemli bir görevlisi bir kağıda hesap numarasını yazıp Mustafa beye verir. Bir kısmı kendine, bir kısmı gerekli kimselere ödenmek üzere bir rüşvet tarifesi çıkarır. Fakat Mustafa beyin tarifeyi ödeyecek birikimi henüz yoktur. Edirne'de açık havada çürümeye bırakılan makinelerin içeri alınabilmesi için biraz daha kaçakçılık yapması gerektiğine hükmedip, tekrar İtalya'ya gider.
   Metin Savaş, hikayenin burasını anlatırken "Perle taşında Avusturya birinci, Çekoslovakya ikinciyken hem de başka hiç üretici yokken Türkiye üçüncü üretici olacak. Yedirirler mi adama?" diyor. Yedirmişler mi? Yedirmemişler.
   Para kazanmak için perle ticaretine devam etmek isteyen Mustafa Savaş, tekrar Venedik'e gider gemiyle. Venedik'in tamamı kanallardan oluşmaz. Karasal kısmında bir otele yerleşir, Salzburg'a gitmek üzere kiraladığı arabayı da otelin garajına park eder. Sabah polis telsizleriyle uyanır. Dün akşam kiraladığı arabanın torpido gözünde eroin bulunmuştur. Uyuşturucu kaçakçılığından yargılanır ve tam on dört yıl boyunca bir daha Türkiye'ye dönemez. Sözkonusu on dört yıl İtalya'nın çeşitli şehirlerindeki hapishanelerde geçer. Yasa gereği iki üç yılda bir farklı şehre naklolmaktadır mahkumlar çünkü.
    Bu dönemde Metin Savaş, mahkum değişimine dair bir kanun olduğundan haberdar olur ve Ankara üzerinden gerekli başvuruları yaparak babasının Türkiye'deki hapishanelere nakil edilmesini sağlamaya çalışır. Fakat, İstanbul'da yatan İtalyan mahkum ülkesine gitmeyi reddeder. Çünkü İtalyan hapishaneleri çok daha bakımsız ve kötüdür. Mahkumun İtalyan hapishanelerinde bulunmak istememesi için başka sebepleri olma ihtimali de yüksektir ayrıca.
   On dört yılın ardından, Mustafa Savaş'ın Türkiye'de yargılanmasının önü açılır. Yaklaşık bir yıl da İstanbul'da cezaevinde kalıp yargılanır. Suçsuz bulunup aklanarak serbest bırakılır. Serbest kalmıştır ama on beş yıl geçmiştir. Cam makinaları çürümüş, baronlar dinamik bir işadamı adayını İtalyan hapishanelerinde hayata küstürmüştür.

Yüz yıllık Vefa Lisesi'nin en tembel öğrencisi

   Metin ise zaten pek içine kapanık İtalya'da dahi açılamamış bir çocuk olarak Vefa Lisesi'nde okurken başlarına gelen bu durumdan dolayı derslere hiç konsantre olamaz. Okula tasdiknamesini almaya gider. Edebiyat dahil tüm dersleri sıfır ya da birdir. Müdür yardımcısı tebrik ettiğini söyler Savaş'a, "Yüz yıllık Vefa Lisesi'nin en tembel öğrencisi seçtim seni Metin." der belgeyi imzalarken. Metin Savaş ile, ünlü romanı Zemheri Kuyusu'na ilham veren kuyunun başındaki çay bahçesinde Sağanos Paşa camisine bakarak çay sigara yaparken gülerek anlatıyor bu anısını. "Vefa Lisesi için büyük reklam,  en tembel öğrencisi bile yazar oldu. Bence kullanmalılar bunu." diye espri yapıyor.
Metin Savaş'ın bakkal dükkanı, emekli olduktan sonra çay
bahçesi oldu. Şimdilerde orada akşamları edebiyat profesörleri
ve yazarlarla muhabbet ediyor. Ben de bir ziyaretimde
bu sohbetlerden birine denk geldim. Soldan Sağa:
 Prof. Ali Duymaz, Bayşad Başkanı yazar Mustafa Kuvancı,
Prof. Salim Çonoğlu, Prof. Mustafa Özsarı, ben ve Metin Savaş

   Okuldan ayrıldıktan sonra, bir süre Sultanahmet tarafında bir otelde çalışır. Daha sonra Balıkesir'e dönerek Mustafa beyin radyoculuk yaptığı dükkanın yanında amcasıyla birlikte bakkal işletmeye başlar. Babası, uyuşturucu kaçakçılığı gibi bir suçlamayla İtalya'larda yargılandığı için ve ağzı torba olmayıp büzülemeyen insanlara 'perle taşı, perle!' demek faydasız olacağı için Savaş biraz daha içine kapanır. Ekmek, sigara, gazete satar; kitap okur, okur, okur... Ve bir gün bir hikaye yazar. Romancılık kısmı ondan sonra devam eder...
   Bir sohbetimizde, "İyi bir bakkal, müşterinin evine gider. Çok eve ekmek götürdüm, çok evin kızı eşortmanlarıyla ekmek almaya gelmiştir. Bu güvendir." demişti Metin Savaş. Onu bakkalda roman okumaları yapmaya götüren süreç perle taşıyla başladı. Emekliliğiyle bitti.
   Savaş'ın bana anlattığı başka detaylar da var. Ancak bunları kendisi yazmak istiyor. Kısa bir kitap hazırlayıp, ölümünden sonra yayınlanmak üzere yayınevine teslim etme niyeti var.  Ben de tüm bunları, aslında benim için bir anda gelişip sürpriz olan bir Balıkesir ziyaretimde evinde kaldığım akşam öğrendim. Geç vakit eve girdiğimizde tam bir Anadolu teyzesi olan annesi Hatice hanım açmıştı kapıyı. Daha sonra pijamalarını giymiş uyumaya hazırlanan saçı sakalı ağarmış Mustafa beyi gördüm, ipini boynuna astığı yakın gözlüğüyle elinde birtakım kağıtlara bakıyordu. Komşularından bir genç vardı yanında. Biz girerken onu uğurladılar. Kısa bir hal hatırdan sonra ihtiyarlar dinlenmeye çekildi. Kısa bir hoş geldin ve hal hatır sormaca dışında konuşamadık.
   Tabi, Mustafa bey on dört yıllık İtalya döneminden bahsetmeyi hiç sevmiyormuş. Bu manada onu rahatsız etmemiş de olduk. Bakalım perle taşının kelebek etkisi daha kaç romanı tetikleyecek...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder