Türkiye’de senelerce yabancı kolejleri ve yabancı dilli okulları tu kaka edip
de çocuğunu oraya yazdıran tipler vardır mesela. Rusya da yıllarca ABD’nin
karşısında bir kutup gibi durduktan sonra, tıpkı II. Dünya Savaşı sonrası
Japonya gibi kapitalizmin ülkeye yayılmasından geri duramamış anlaşılan. Buna rağmen
–eski demir perde ülkelerinde yaşayan dostlarımın da teyit ettiği üzere-
sosyalist uygulamaların davranışlar üzerine sinmiş birçok etkisi bir leit-motiv
gibi bu yeni yaşamla (lifestyle) iç içe.
Kazan'da bir otobüs şoförü (temsili) NOT: Fotoğraf aslında Minsk'ten Yelena adlı bir şoföre ait fakat Kazan'ın şoförlerini hakkında bir fikir oluşturur. |
Büyük resim analizini boyumdan büyük laflara girmeden burada bıraksam iyi olacak.
Gördüğüm ‘insan’ üzerinden gitmek daha sağlıklı.
Küçük insanların, yani aristokrat, zengin, kral vs çocuğu olmayan geniş kitleye
mensup bireylerin görünümünde ülke değişikliğine rağmen çok az şey farkettiği
düşüncesine varır gibi oluyorum. İstanbul ya da İzmir’de bir marketler zincirinde
(artık süperlik oranı tartışılır) çalışan insanların yüzleri ve halleri ile
Rusya’dakilerin hal dili aynı şeyleri anlatıyor örneğin. Bekçi, kasiyer, memur
gibi genelde salt geçim sıkıntısından başlanmış; çok az orijinal ya da sersem
insanın hayal etmesinin dahi istisna olacağı meslekleri yapanlar keza…
Mesela burada Tatar asıllı bir memurla tanıştım. Türkiye Türkçesini biraz
üzerine düşerek, biraz da bolca Türk dizisi izleyerek verimli öğrenebilmiş
birisi. Hukuk fakültesi mezunu, fakat devletin verdiği düşük faizli ev alabilme
hakkından yararlanabilmek için cüz’i maaşına rağmen sekreterlik gibi bir
vazifeye tahammül ediyor. Birkaç yılını doldurup hakkını aldığında avukatlığa
dönmeyi düşünüyor. Kısa bir dönem yaptığı avukatlıkta baktığı altı davayı da
kazandığını anlatıyor, ‘kafam basıyor’ diyecek kadar akıcı Türkçe’siyle.
Tabii, “Masraf edip Moskova’ya gitmeye gerek yok. Ben gittim, aynı,
binalar vardı.” diyen Türk bir öğrenci gibi, 'her şey aynı' noktasına varmaya
da çalışmıyorum. Kısaca bazı farklardan başlayayım.
Kadının iş hayatındaki yeri bize göre hayli fazla. Otobüs şoförlüğü,
kondüktörlük gibi genelde erkeklerle özdeşleşebilecek meslekler de dâhil buna.
Kaban Gölü''nde sıcak mevsimde sular dans ederken kış geldiğinde orada bir amca oturup balık tutuyor olacak |
Bizdekinin aksine anaerkil bir toplum. Erkek çocuk doğduğunda canlı canlı
gömmüyorlar fakat, kız olduğunda hayli seviniyorlarmış. Türkiye’de
gelin-kaynana fıkraları yaygınken burada kaynananın damat üzerindeki etkisinden
çıkan mizahın ürünleri oldukça baskınmış. Çocukların nereli olduklarını tanımlarken
annelerinin memleketini tercih ettiğini de ekleyelim buna.
Konudan konuya atlamak gibi oluyor ama, bunu anlatmalı. Kazanka yılın belli bir
dönemini buzla kaplı olarak geçiriyor. Şehrin balıkçılık tutkunları da buzda
bir delik açıp oltalarını suya salıyorlar. Kazan’ın en büyük ve önemli Tatarca
tiyatrosu olan Galiaskar Kamal Tiyatrosu’nun hemen yanında balık tutmaya
çalışan muhtemelen emekli dayıları izliyordum bir seferinde. Bir babuşka (nine)
takribi üç yaşlarındaki torununu gezdiriyordu. Kar taneleri tatlı tatlı
atıştırıyor, hava yumuşuyor yenice tutan kar yürüdükçe tatlı bir hışırtı
çıkarıyordu. Babuşka, torununu beton sundurmanın kenarına kadar getirdi. Biraz
kucaklayıp çıkıntısı üzerinden balıkçıları izlemesine yardım etti. Balık tutan
amca da çocuğu görünce az önce tuttuğu ve buzun üzerine bıraktığı irice balığı
kuyruğundan tutup çocuğa gösterdi, şirinlikler yaptı.
Galiasar Kamal Tiyatrosu, Kazan'ın en önemli ve büyük Tatarca tiyatro salou |
Biraz ileride buz kütlesinin köşesinde sıvı tutmayı başardıkları bir kısımda
yüzen yeşil başlı gövel ördeklere ekmek kırığı atan bir amca belirdi. Her yaşlı
gibi sertleşmiş yüzü, soğuktan kızarmış burnu, kırıntıları atarken titreyen
elleri… Sait Faik’in balıklı hikâyelerine uygun bir sahne gibiydi…
Demek istediğim ninesinin gezdirdiği ufaklığa şirinlik yapan dayılar, kırıntı
yiyebilecek her kanatlının imdadına yılların sertleştirdiği teniyle yetişen
pîr-i fâniler hiçbir kültüre özgü değil. Kısıtlı imkânlarla kendi küçük ya da
büyük hikâyelerini yaşayanlar, insanın ve duygularının ayniyet ya da benzerliğine
daha çok ikna ediyor insanı…
31 Aralık 2014, Kazan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder